![Peter Mendelsund](images/avatarlar/pexels-leonie-fahjen-928.png)
![Peter Mendelsund](images/avatarlar/pexels-daria-shevtsova-161.png)
Başka bir soru: Bir roman boyunca bir karakter gelişirken, size nasıl “göründüğü” (dış görünüşü), içsel gelişimin sonucu olarak değişir mi? (Gerçek bir insan, mizacını daha iyi tanıdığımızda gözümüzde güzelleşebilir; böyle durumlarda, artan sevgimiz daha yakın bir fiziksel gözlemden kaynaklanmaz.)
Karakterler tanıtıldıklarında tamamlanmış olurlar
mı? Belki de olurlar, ama düzensiz bir şekilde; bir yapbozun olabileceği gibi.
![Peter Mendelsund](images/avatarlar/pexels-marius-venter-165.png)
Şunu da söylemek lazım ki, bazen okurken tek gördüğümüz kelimelerdir. Okurken baktığımız şey harflerden yapılmış kelimelerdir, ama bunların ötesine geçmek, kelimelerin ve harflerin işaret ettiği şeye bakmak için eğitiliriz. Kelimeler oklar gibidir – kendileri bir şeydir ve ayrıca bir şeyi işaret ederler.
Samuel Beckett , James Joyce‘un Finnegans Wake‘i için
şöyle demişti:
“O kitap yazılmamış. Amacı okunmak değil – ya da daha doğrusu, sadece okunmak değil. Bakılması ve dinlenmesi lazım. Joyce’un yazdıkları bir şey hakkında değil, o bir şeyin ta kendisi.”
![Peter Mendelsund](images/avatarlar/pexels-elijah-o'donnell-4.png)
“Bir kitabı ilk açtığınızda bir sınır bölgesine girersiniz. Ne bu dünyada, yani bir kitabı
tuttuğunuz dünyadasınızdır, ne de o dünyada. Bu çok boyutluluk bir yere kadar genel
okuma hissini tarif eder: İnsan aynı anda birçok yerdedir.”
![Peter Mendelsund](images/avatarlar/pexels-simon-migaj-747.png)
Bazen bir oyunda, tek bir rolü birkaç aktör canlandırır. Böyle durumlarda, tiyatro seyircisi birden çok aktörün yarattığı bilişsel uyumsuzluğu açıkça hisseder. Ama bir romanı okuduktan sonra geriye dönüp baktığımızda, her karakter tek bir aktör tarafından canlandırılmış gibi düşünürüz. (Bir anlatıda ”karakter” çokluğu psikolojik karmaşıklık olarak
yorumlanır.)
![Peter Mendelsund](images/avatarlar/pexels-simon-migaj-747.png)
Görülebilirlik, inanırlıkla karıştırılabilir.